Roket teknolojisi, uzay araştırmalarından neredeyse bin yıl öncesinde başladı. Günümüzün bilgisayar kontrolü, çok yönlü fırlatma araçları 11.üncü yüzyıldan kalma barut destekli oklardan çok daha yetenekli olsalar da, temel prensipler hiç değişmedi.
Bir roket aslında kontrollü bir patlamadır; çalıştığında tüm enerji bir uçtan dışarı çıkar ve aracı ileri doğru iter. Çalışmadığında ise, patlayıcı madde dolu bir tüptür. Kulağa her ne kadar riskli gelse, roketler diğer ulaşım türlerinin asla çalışamayacağı uzay boşluğu gibi koşullarda ulaşım sağlamak için çok idealdir.
Yerçekiminden Nasıl Kurtuluruz
Dünya'nın yerçekimi çekimi hepimizi gezegenimizde güven içerisinde tutuyor. Ancak, “gezegenden ayrılmak istiyorsanız ne olur?” sorusunu sorduğumuz zaman işler biraz değişiyor. Çok küçük bir kütleyi bile atmosferden çıkış hızına ulaştırmak için muazzam bir enerjiye ihtiyacımız var ve bu düşünülenden çok daha fazla.
Bir cismi Dünya’nın sıkı bağlarından kurtulabilmesi için 11,2km/saniye hıza ulaşması gerekiyor.
Roket Motorlarının Çalışma Prensibi
Çoğu Roketin içerisinde gerçekleşen kimyasal reaksiyon, bir ateşle aynı bileşenlere sahip. Bunlar da yakıt, oksitleyici ve ateşleme kaynaklarıdır. Atmosferin; yani uzayın yukarısına doğru seyahat etmenin sorunu, bir içten yanmalı motorun yaptığı gibi, atmosferik oksijeni oksitleyici olarak kullanamayacak olmamızdır. Bu nedenle roketler hem yakıt, hem de oksitleyici tankları taşımak zorunda.
SpaceX Falcon 9’un Merlin motorları, sıvı oksijen ile roket sınıfı kerosen (RP-1) yakıt kullanmaktadır. NASA’nın Uzay Fırlatma Sistemi ise sıvı hidrojen yakıtı ve sıvı oksijen oksitleyiciye dayanmaktadır. Bazı roketler birleştirildiğinde kendinden yanan hipergolik itici gazları kullansa da çoğu için bir ateşleme gerekiyor.
Kimyasal bir roket motoru ateşlendiğinde, Newton'un Üçüncü Hareket Yasası'nın en saf ifadesi ortaya çıkar; Her etki için eşit ve zıt bir tepki vardır. Yani, nozülünden hızla çıkan yakıt jeti roketi iter ve roket de geri iter. Sonuç olarak, yerçekimi kuvvetinin üstesinden gelmek için yeterli itme gücü sağlanmak zorundadır.
Doğal olarak, bu durum araca büyük bir baskı yaratır. Roket atmosferde hızlanmaya devam ettikçe “Maksimum q” olarak bilenen maksimum basınç, fırlatmanın en tehlikeli sınırlarına ulaşır. Bu noktada hızlanma ve atmosferik basınç en yüksek baskıyı oluşturur. Buradaki riski azaltma göreviyse uzay yolculuğundan önce mühendislerin roketin tasarımını tüm bu senaryoya uygun olarak hazırlamasıyla başlıyor.
Roketlerin Stabilizasyonu ve Hata Durumlarında Karşılaşılan Zorluklar
Genellikle uzaya ulaşamayan roketler kontrolsüz bir şekilde dönerek parçalanırlar. Çoğu zaman böyle bir felaketin ilk işareti, dönen nesnelerde meydana gelen hafif salınımlardır. Roketler, stabiliteyi artırmak için uzun eksenleri etrafında dönerler, ancak kontrolsüz salınım dönme ekseninin eğilmesine neden olur ve roket artık düz bir şekilde yukarıya gitmez.
Roket hala atmosferde hızlanmaya devam ederken hafif bir eğim bile savrulmaya neden olur. Bu savrulmaysa aracı parçalayacak daha fazla baskıya yol açar ve sonuç olarak araç parçalanır.
Bu ihtimal göz önünde bulundurulduğu için, günümüzde neredeyse tüm roketler uzaktan kumandalı iptal sistemlerine sahiptir, bu şekilde kontrolden çıkmış bir aracı yok etmek mümkündür.
Bu habere henüz yorum yazılmamış, haydi ilk yorumu siz bırakın!...